..................................................BEZGE SEVDALILARI'NA HOŞ GELDİNİZ İYİ VAKİT GEÇİRMENİZ DİLEĞİYLE.......................................................

10 Şubat 2009 Salı

DİKENLİ TELLER ARASI ÖZGÜRLÜK


Bir fotoğrafım var, soğuk ve karanlık bir kış gecesi İstanbul'un ruhundan çektiğim. Arkadaşlarımla, ailemle güle oynaya çektiğim fotoğrafların arasında sıra ona geldi mi ister istemez bakışlarım donar, farklı yerlere giderim.
Oysa hiç de duygusal olmayan bir günün, 'aa hoş bir kare olabilir' ünleminde bir nüvesiydi o fotoğraf... Mevsim kış ve biz evlerimize geç kalıyoruz. Bitirmemiz gereken ödevi hiç değilse ana hatlarıyla tamamlamış olmanın sevincindeyiz. Üsküdar'ın tepelerinden sahile güç bela ulaştık. Yaklaşan kırmızı otobüse alelacele binmemiz gerekiyor. O sırada ışıltısı üzerinde Boğaziçi Köprüsü'nü, önünde durduğumuz dikenli tellerin arasından görüyorum. Soğuk hava, karanlık ve aceleci bir arkadaş... Bu engellerle birazdan üzerinden geçeceğim köprünün zihinsel bir fotoğrafını çekmek istiyorum, arkadaşım çekiştiriyor. Zihinde unutulmaya terk etmeyeyim en iyisi diyorum. Arkadaşım 'Yahu sırası değil, sonra çekersin' diyor ama nafile. O ruhun, o kısa an içerisinde koşarak da olsa yakalanması gerekiyor. Bir elim arkadaşımda bir elim deklanşörde 'tamam' diyorum, 'sen durdur otobüsü'. Otobüs duruyor o sırada, ben de arkadaşımın ensesinde beliriyorum: 'Nasıl, iyi yakaladım ama dimi? Hem seni hem onu!'
Fotoğrafın kaydedildiği gün ne kadar keyifli ise ona baktığım her an bir o kadar hüzün olur. Sürekli bir şeyin özlemiyle ona ulaşamamanın sıkıntısını çeken insan hikâyeleri gelir gözümün önüne. Belli belirsiz hayatlar üzerinde birinden diğerine giderim, kadraj hiç netleşmez. Bir yerlerde birileri vardır. Gözleri, güzelim Boğaz'ın ihtişamına çakılı... Durdukları yer aslında olmak istedikleri yer değildir. Mecburen oradadırlar ve ne çare ki o şartlar altında yaşar giderler. Bir gariptir o ülkenin insanları. Yokluk ve sevgisizliktir onları garip yapan, hüzne boğan... O ülkenin insanları kahvaltıda en çok hüznü bulur, sevdiklerini hüzünle yola koyarlar, misafirleri hüzündür, geldikleri yer aynı, gittikleri aynı, hep aynı... Hastalıkları da birdir: 'Hüzün Hastalığı'... Hüzün hastalığına kapılmış insanların ortak paydası olduğuna inandığım fotoğrafın kadrajı hiç netleşmezdi. Son bir aya kadar... Keşke hiç net olmasaydı, keşke hayata bir iç çekişle ve hüzün eşliğinde bakan insanların toplamının bir yansıması olarak kalsaydı. Olmadı. Bir kadraj bir hikâyenin sıkıntısını çekmeye yetmedi ki diğerlerine yer kalsın. Ayakkabı numarasını hiç bilemeyen ve hiç on yaşını aşamayan o küçük çocuk, fotoğrafı sahiplendi de insanlığın kalanına yer kalmadı.
Bir gece sıcak yatağımda kemiklerimi zangırdatan sıtma, bana geceyi uzun eden o ateş... Gözlerimdeki hazır yaşın sadece o çocuk için akmasını salık verdi. Başına gelmeyince anlamaz ya hani insan, telaşsız uyuduğum her anın korkuyla çarpan yüzlerce minik yüreğin ahını gölgelediğini gördüm. Parçalı uykumun arasında adı "tikenli teller arası Boğaziçi Köprüsü" konmuş fotoğraf canlandı. Fotoğrafa bakan bu sefer ben değil, Gazze'deki yaşlı bir gözdü. Minik omuzunun sarsıntısı hıçkırıklarını, bakışları ise sakin ve belki ışıklı bir şehrin hayalini veriyordu. Omuzlarından tutup sarılmak istedim ona, keşke sen de burada olsaydın diyebildim sadece.
Akşamları sıcak evimizde savaşın yakıcılığını, sefil etmiş hayatları çoktan unutuyoruz. Gereksiz programlarla ilgilenip çekirdek çitlerken apansız giriyor o fotoğraf senaryoya. Neşeli bir diziye birden dikenli teller arası Boğaziçi Köprüsü fotoğrafı yapışıyor. Çekirdek elimde, yaş gözümde kalıyor. Küçük çocuk bu sefer camdan bize bakıyor sessizce ağlıyormuş gibi geliyor, koşup cama yapışıyorum karşımda yine o fotoğraf... Boydan boya karşı binayı kaplamış ve önünde on yaşındaki Gazzeli çocuk. Sırtı bize dönük... Özgürlüğünü rehin almış dikenli telden de öte bir teknolojiye kin kusuyor, kan kusuyor. Omuzlarının titrek hareketlerinden belli, ağlıyor... Dikenli teller arasından güç bela köprünün ışıltısını görüyor. Ama sadece görüyor ve gerisini hissediyor. O köprünün devamında huzurlu hayatlar var diyor. Ben de işte beni arıyor gözleri, bize imreniyor diyerek hem üzülüyorum hem şükrediyor hem utanıyorum.
Okula yetişmek için otobüsteyim. Edirnekapı şehitlerini Fatihalarla selamlıyor kimimiz. Bir radyonun afişine çakılıyorum; 'Bizi soracak olursanız biz çok öfkeliyiz'. Okuyunca burnum sızlıyor, gözlerimdeki yaşlar yüreğimden kopup yine on yaşındaki küçük kardeşim için sızıyor. Dikenli teller arası Boğaziçi Köprüsü fotoğrafını bir de oraya yapıştırıyorum, kocaman...
Karşımda genç bir anne, küçük kızın ellerini semaya açtırmış sufle veriyor. Allah'ım diyor küçük kız, 'ne olur Gazze'deki kardeşlerimizi koru! Hiç ölmeyen şehitlerimizin yüzü suyu hürmetine, güzel Peygamberimizin (sas) hürmetine!' Amin diyor bütün otobüs burunlar kızarık, yürekler ağlamaklı. {B.SEVDALILARI}

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Tüm Hakkı (BEZGE SEVDALILARI)'na aittir. İzinsiz Kopyalanması Kesinlikle Yasaktır.(2008-2011)